9 Ocak 2021 Cumartesi

 

TÜRKİYE’DE SURİYE’Lİ TEKSTİL İŞÇİLERİ: MODERN KÖLELİK

 

Şafak TARTANOĞLU


Tekstil endüstrisinde Rana Plaza’nın çökmesi gibi trajik insan felaketleri, doymak bilmez ucuz ve hızlı moda talebimizin insani ve çevresel maliyetini tartışmaya açtı. Mağazada ödediğimiz düşük ve düşmeye devam eden fiyatlar, tekstil sektörünün işçileri alabildiğine sömüren, adaletsiz ücret ödeyen bir sektör olduğu biçiminde değerlendirildi. Dünya çapında “marka” olmuş büyük ve ünlü firmalar, tedarik zincirlerindeki çalışma koşulları konusunda şeffaf olmaya yanaşmıyor; tekstil endüstrisinde emek maliyetleri de gizliliğini koruyor.

Bu şartlarda Türkiye gibi tedarikçi ülkelerdeki durum çok daha önemli ve tartışılabilir bir hale geliyor. İşgücü ucuz ve bolca el altında… Çünkü özellikle göçmen işçiler, en ucuz işgücü oldukları için, kayıt dışı olmak koşuluyla işgücü piyasasına, neredeyse hiç engelle karşılaşmadan kolayca girebiliyor. Türkiye’de tekstil tedarik zincirlerinin yapısı ve bunun Suriye’li işçilerin sömürüsündeki payı, bu işlevsiz(?) sektörün göstergesi.

Kayıt dışı göçmen işçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi için çalışan kuruluşların, hükümet dışı örgütlerin, çok ortaklı girişimlerin son raporları, sahnedeki sorunlara ışık tutuyor. Örneğin Türkiye’deki Temiz Kumaş Kampanyası’nın bir raporu, Türkiye tekstil sektöründeki göçmen işçilere yönelik olumsuz-kötü davranışların ayrıntılarını sergiledi. Bir yandan göçmen işçilerin deneyimlerine ve belirsiz, güvensiz, istikrarsız çalışma koşullarına dikkat çekti, öte yandan da kendi güçlerini ve mücadelelerini tespit etti.

Türkiye, dünyada sekizinci büyük tekstil ürünleri ihracatçısı; Çin ve Bengaldeş’ten sonra Avrupa’ya üçüncü büyük ihracatçı. Başka birçok tedarikçi ülke gibi Türkiye de ucuz ve esnek işgücünden besleniyor. Ancak Türk tekstil sektörünün asıl avantajı, Avrupa’ya yakınlıktan kaynaklanan daha kısa üretim döngüleri ve elverişli gümrük düzenlemeleri… İstikrarsız ve sömürgeci çalışma koşullarıyla birleşen bu avantaj ve esneklik “Türkiye’nin kaliteli kıyafeti ucuza elde edebilmesine” dayanıyor.

Türk tekstil sektörü, küçük ve orta ölçekli işletmelerden oluşuyor. İhraç edilen ürünlerin gönderildiği, tekstil imalatçısı olarak görünen taşeronların % 78’inin üretim tesisi yok. Sektörün yapısı, taşeronlarla bağlantılar, kayıt dışı istihdam modeli, işgücünün kompozisyonu; Suriye’li mültecilerin tekstil endüstrisine katılmasını, sektör olarak sürekli ucuz işçi arayışındaki taşeron firmalar için tercih edilen ve hatta kaçınılmaz bir seçenek haline getiriyor.

Türkiye’de 3,6 milyon kayıtlı Suriye’li mülteci var. Ülkelerindeki iç savaştan kaçan bu insanların birçoğu, kayıtlı veya kayıt dışı, ekmeğini tekstil sektöründe kazanıyor. Bu insanların iş gücüne katılmalarının ülkede ciddi sorunlar yarattığını söylemek kolay. Resmi istatistiklere göre Mart 2019 itibariyle 31 bin Suriye’liye çalışma izni verilmiş. Tekstil sektöründe resmen çalışma iznine sahip 3 bin işçi var. Ama yaklaşık 250 bin 400 Suriye’li işçinin kayıtsız yani gayrı resmi çalıştırıldığı tahmin ediliyor.

 

“Geçici Koruma Rejimine” göre, bu işçilerin çalışma izni alabilmesi için çalıştıkları şehirde kayıtlı olmaları gerekiyor. Oysa büyük kısmı farklı şehirlerde kayıtlı. Bu da çalışma izni alma konusunda prosedür engelleriyle karşılaşıyor ve tabi gecikmelere yol açıyor. 

Sömürüye yol açan başka engel ve kısıtlamalar da söz konusu: İçinin çalışma izni almak için yapması gereken uzun ve sinir bozucu bir süreç var; başka bir şehirde iş bulduğunda kaydını o şehre aktaramaması; kamu istihdam kurumu olan İŞKUR’un işçi ve işveren arasında bir arabulucu gibi hareket etme kapasitesinin yetersizliği gibi...  Bu durumda gayrı resmi aracılar belirleyici hale geliyor; Suriye’li işçilerin yüzde 41’i halen çalıştıkları işi gayrı resmi aracı şebekesiyle bulduğunu söylüyor.

Avrupa markaları için giysi üretenler de dahil istikrarsız istihdam koşulları, yasal sınır 45 saat olmasına karşın haftada 60 saati aşan uzun çalışma süreleri, düşük ücretler ve çocuk işçilik tekstil taşeronları için de geçerli. CCC’nin saha araştırmasına dayalı son Türkiye raporu durumu, İstanbul’da % 85’i kayıt dışı çalışan ve çalışma izni olmayan Suriye’li işçilerin çalıştığı tekstil sektöründen hareketle sergilemiş. İşçiler “sabaha kadar çalıştıklarını, hatta özellikle büyük siparişler sırasında ve teslim süresi çok yaklaşmışsa işyerinde uyuduklarını” söylüyor. Bu şartlar gittikçe daha çok dikkat çekiyor ve Suriye’li işçilerin çeşitli ihtiyaçlarının karşılanması için sömürü ve ayrımcılığa karşı acil olarak harekete geçilmesini gerektiriyor.

 

“Marka”lar ne yapmalı?

 Suriyeli’lerin çalışma şartları tam bir sömürü. Bu ise dünyaca ünlü marka sahibi firmaların “sorumlu iş yönetimi” taahhütleriyle tam bir çelişki oluşturuyor. Oysa bu büyük markaların sahibi olan firmalar, tedarikçi fabrikaların şartlarının iyileştirilmesinde yapıcı bir rol oynayabilir, oynamalıdır.

Tedarik zincirlerinde emek istismarını önlemenin yollarından biri, Türk hükümetiyle Suriye’li işçilerin çalışma izinlerinin kolaylaştırılması için yapıcı bir diyalog içinde işbirliği yapmaktır. Ancak büyük marka sahibi bu firmalar genellikle tedarik zincirini kıramıyor ve üçüncü kademe tekstil fabrikalarındaki kötü çalışma koşullarını göremiyorlar. BHRRC Raporuna göre, tekstil markalarının çoğu, Suriye’li işçilerin istihdamı konusunda kendilerinin ne yapabileceğine dair sadece kendi ana tedarikçileriyle iletişim kuruyor. Bazıları kendilerini sadece, Türkiye’deki Suriye’li işçilere karşı Birleşik Krallık Modern Kölelik Kanununun Tedarik Zincirlerinde Şeffaflık Maddesinin raporlama gerekleriyle bağlı sayıyor.

Dürüst Davranış ve Gelecek Bizim Elimizde hareketi, beş Norveç markasının kendi tedarik zincirlerinde Suriyeli mültecilerin sömürülmesi riskiyle nasıl başa çıktığını, daha şeffaf olmak için nasıl tavır aldıklarını araştırmış. Bu araştırmaya göre: “uluslararası markalara ihracat (markalar için üretim) yapan işletmeler sık sık Amerikan ve Avrupalı tüketiciler tarafından emek denetimine tabi tutulurken, bu birinci basamak tedarikçiler arasında daha büyük siparişler geldiğinde bunu daha küçük işletmelere taşere etme yaygındır.” Bu birinci basamak fabrikalar üretimin bir kısmını taşere edince, düşük maliyetli birimlerde çalışma koşullarını veya emek istismarını izlemek zorlaşıyor. Bazı durumlarda, ana tedarikçiler alıcı marka firmayı, bildirilmemiş taşeronluk denilen taşeronluk konusunda bilgilendirmiyor. Türkiye’den kaynaklanan markalar açısından bildirilmemiş taşeronluk, savunmasız işçilerin tespiti noktasında kalıcı bir sorun.

Türkiye’de Suriyeli işçilerin yaşama ve çalışma koşullarının kamusal ve özel istihdam politikalarıyla birlikte iyileştirilmesi için kalıcı önlemler alınması gerekiyor. Bu rapor ve araştırmalar da, küresel tekstil markalarının olumlu bir değişim yaratma konusunda sorumluluğa ve bunun için gerekli ve yeterli güce sahip olduğunu açıkça belirtiyor. Bunlardan bazıları, kendi tedarik zincirlerinde Suriye’li işçilerin kayıtsız istihdamlarını ortadan kaldırmak üzere politikaları, uygulamaları, stratejileri açısından ilerleme kaydetmesine rağmen, tekstil sektöründe hızlı üretim süresi, maliyet azaltma baskısı, emek istismarı hala yoğun. Özellikle tekstil tedarik zincirinin alt basamaklarının, kayıt dışı Suriye emeği, tedarikçilerin esneklik ve fiyat konusunda alıcı ve tüketiciyle buluşmasına yardımcı oluyor.

Ünlü ve büyük (“marka”) firmalar, kendi tedarik zincirlerinde işçi hakları ihlallerini durdurmak ve Suriyeli işçilerin durumunu iyileştirmek üzere, alt kademe giysi fabrikalarının gözetim ve denetiminden başlayarak sorumluluk üstlenmelidir. Alt basamak tedarikçilerinde kayıt dışı Suriye’li işçilerin modern kölelik koşullarında çalışmalarını görmezden gelmeleri kabul edilemez. Şeffaflığı ve medeni işçi haklarını tartışmanın artık tam zamanıdır. Hem de sözden ziyade eylemli olarak.!..

4 Aralık 2015 Cuma

Madam Paris, Başın Sağolsun



Madam Paris, Başın Sağolsun 


Ali Tartanoğlu

Peki Amerika’da ya da Fransa’da niye bir anda iç savaş çıkmıyor? mös-terler Suriye’yi 2011’de niye bir anda hoplattı? Suriye’deki sözde muhaliflere az mı silah, para akıttılar? IŞİD militanlarının ne kadarı Fransa (İngiltere, İtalya, Almanya vb…) vatandaşı? Seni kana bulayanların ne kadarı yabancı uyrukluydu?
03.12.2015 11:25    551 kez okundu.
Sevgili Madam Paris, başın sağ olsun, büyük geçmiş olsun.

Bizde güzel bir söz vardır: “Hekim kim?.. Başından geçen…” derler. Seni en iyi anlayacak olanların başında biz varız. Hem de mösyö fransaya rağmen!..

Çünkü benim ve sayısız Türk için, mösyö fransa, “Madam Paris” değildir. Biz mösyö fransadan pek hoşlanmayız, ama Madam Paris’i severiz, sayarız, hayranlık duyarız. Bu nedenle sana ve senin 132 insanına üzülmememiz imkansız.

Bizim için “Madam Paris” Hugo, Zola, Sartre, Stendhal, Balzac, Prevert, Jules Verne, La Fontaine, Malraux, Maurois, Racine, Moliere, Descartes, Pascal, Rousseau, Diderot, Montaigne, Montesquieu, Camus, Boudlaire, Aragon, Cezanne, Gauguin, Matisse, Monet, Renoir, Toulouse Loutrec, Delacroix, Bizet, Ravel, Piaf, Aznavuour, Bardot, Alain Delon, Belmondo, Depardieu, Jean Reno, Deneuve, Louis de Funes, Enrico Macias, Moustaki, Vartan, Jean Gabin ve daha pek çoklarının anası; kültürün, sanatın, felsefenin, bilimin, aydınlanmanın en önemli merkezlerinden biri, belki birincisi, atar damarı olan güzel bir kadın... Bir “ana…” Ankara büyükelçiliğindeki mösyö fransalar sana “ana” ile “anne” arasındaki farkı umarım izah edebilirler.  

Sen Madam Paris, bir bakıma güzelliklerin, zarafetin, asaletin, ama aynı zamanda doğallığın, kalenderliğin, rindmeşrepliğin, asi, gerekirse kavgacı ama mütevazı bir bilgeliğin, coşkulu bir neşenin olduğu kadar çok etkileyici bir şıklığın ama aynı zamanda gayet bilinçli, anlamlı, gösterişli, enfes bir pasaklılığın “ana”sısın. Aslında sana “Paris Ana” demek lazım. Felsefe, sanat, kültür dışında 1789 devrimini de, Bastil ayaklanmasını da, ’68 direnişini de sen armağan ettin insanlığa. Sanayi Devrimi ilk olarak Londra Hanımın kucağında başlamış diye bilinir. Ama sanayi devriminin destanını senin Emile Zola gibi,Anatole France gibi çocukların yazdı.  

İnsan şaşıyor: böylesine nadide çocuklar doğuran senin gibi bir “ana”, o mösyöyü nasıl yüzyıllardır adam edemez?.. Evet “mösyö fransa!..”

Bununla, François Hollande’ı veya sadece “mösyö fransa”yı değil mister britanya, mister amerika, senyör italya, senor ispanya, mösyö belçika, cavalheiro portekiz… Bütün emperyalistleri kast ediyorum.

mösyö fransayı, daha doğrusu bütün mösyöleri, misterleri, senyörleri, senorları vb. sana şikayet edeceğim Madam Paris! Çünkü “Paris  ana”nın o 132 çocuğuna içim, en az Ankara hanımın 102 çocuğu kadar yandı Madam. Yine çünkü:

mösyö fransa emperyalist ortaklarıyla birlikte yüzyıllardır, kendileri yetmiyormuş gibi mister Amerika’yı da başımıza bela ettiler. Zavallı Afrika’yı kuruttular. mister ingiltere, yüz yıllarca Hindistan’ın iliğini kemiğini sömürdü. Parçaladıkları Osmanlıdan çıkardıkları ülkelerin hiçbiri bir daha iflah olmadı. Hindistan’dan Pakistan, Bengaldeş diye iki ülke daha çıkardılar; Yugoslavya’yı sekize böldüler; Irak’ı, Suriye’yi, Libya’yı üçe böldüler... Afrika’nın, Hindistan’ın, Balkanların ve onlardan türettikleri sözde devletlerin, Irak’ın, Suriye’nin, Libya’nın hali ortada,  Geçen yüzyılın başında Türklerle Ermenilerin kapışmasında da mös-terlerin masum olduğuna kimse beni inandıramaz.   

Sırf sözde Sovyetleri “yeşil kuşak” dedikleri bir Müslüman Demir Perde ile kuşatmak için müslüman kardeşleri, el kaide’yi, daha nicelerini ve nihayet ışid canavarını yarattılar.  

mösyö fransa ve diğerleri Hanımefendi, kendilerini hala 1800’lerde sanıyor olacak ki, 2015’te bile, kendileri dışında kalan dünyayı karıştırmaya uğraşıyorlar. mösyö fransanın Afrika’da hala kaç askeri var sevgili Madam?..

mös-terler bütün bu kanlı, kirli işleri, yüzyıllardır bir yalanla izah ettiler. Sözde, sadak verircesine bütün dünyaya demokrasi, insan hakları ekiyorlar, babalarının tarlasıymış gibi. Kimse medeniyet istememişti mös-terlerden; çünkü onların da kendilerine göre bir medeniyetleri vardı.

Saddam, Kaddafi, Esad, Mübarek vb. diktatörmüş, halklarına kötülük ediyorlarmış; mösyöler misterler de (“mös-terler” diyelim) Iraklıları, Libyalıları, Mısırlıları pek seviyorlar, onları diktatörlerden kurtarmak için(!) bombalıyorlar, öldürüyorlar!?!?..

Hadi Saddam, Kaddafi vb. diktatördü; peki Şili’de, meşru seçimlerle, yani demokratik yoldan başkan olan Allende, Şili’nin iğrenç faşist ordusuyla birlikte’yi niye öldürüldü? Demokrasi öldürmek mi?!..

Saddam Doğu’nun sadece kendi halkına eziyet eden saddamıydı (ki bu da tartışmalıdır); mös-terler ise Batının bütün dünyaya kan kusturan Saddamları oldular. Afrikalı, Asyalı Amerikalı bir mösyö, mösyö fransanın Afrika’da, Vietnam’da, hatta Amerika’da yaptıkları yüzünden Holland’ı asmaya kalksa sen ne hissederdin Madam Paris?

Mösyö Fransa ve bütün emperyalistler, bu vahşi, kan içici faşist İslamcıları, bizzat yarattılar. Bol parayla, silahla, eğiterek, pasaport vererek, resmen iş, şirket ortaklıkları kurarak alabildiğine desteklediler, güçlendirdiler. Nakit veremeyince uyuşturucu ticaretine yönlendirdiler. Anti-komünist yerli gruplar komünistlerle daha iyi savaşsın; onların şefleri de CIA şefleriyle, mösyö fransanınkilerle birlikte (mesela Marsilya’daki Ermeni asıllı mafya ailelerinin avukatı, Mitterrand’ın içişleri bakanı Gaston Deferre!..) bol para kazansın diye kendi gençlerinin zehirlenmesine bile aracılık ettiler. Ünlü “French Connection” hadisesini bilirsin. Kız kardeşin Marsilya, Vietnam’dan ve başka yerlerden gelen ham afyonun eroine dönüştürüldüğü atölyelerle doluydu ve senin mösyö bunlara gık çıkarmıyordu.

Masum insanların öldürülmesi elbette listenin başında… Ama bir şey daha oluyordu ki, ölümden de beter.

mister amerika Irak’ta sadece öldürmedi. Müzelerini, kütüphanelerini, tarihi eserlerini, ama en önemlisi insanlık onurunu da yok etti. Iraklı kadınlara tecavüz etti. Diktatörlüğün dik alası, insan hakları ve demokrasinin zerresine izin vermeyen Suudi krallarıyla, Katar, Bahreyn, Kuveyt, BEA şeyhleriyle on yıllardır büyük aşk halindeki mister amerika, Saddam’ı “halkına eziyet eden diktatör” diye bütün dünyanın gözü önünde astı. mösyö fransanın, Elize sarayının yanı başına çadır kurdurduğu Kaddafi’yi son derece alçaltıcı biçimde öldürttü. Sarkozy de başroldeydi. Iraklılar, Libyalılar için bundan büyük aşağılama olur mu Madam!.. Libyalılar, Iraklılar Saddam’ı, Kaddafi’yi sevmeseler bile, onurları fevkalade kırıldı!

Aslında bütün doğu aşağılanıyordu. Keşke aşağılamasalardı da sadece öldürselerdi.

Zeynep Oral’ın Cumhuriyet’teki yazısından öğrendik ki Ba-ta-clan, Batı bakış açısıyla Doğu ile alay eden bir operetin adı imiş. Kudüs doğumlu, Filistinli Hıristiyan-Arap bir ABD vatandaşı olan Edward Said’in, Oryantalizm’i de bu tür aşağılayıcı bir operet.  

Osmanlılarla Ruslar arasındaki Prut Savaşında, Voltaire’in Çariçe Katerina’ya “Keşke ben de hiç değilse birkaç Türk öldürebilseydim” diye mektup yazdığı iddiasının doğru olup olmadığını sordum. Ankara büyükelçiliğindeki muhterem mösyö fransalar cevap vermedi.

mös-terlerin, teknolojisi yok, kültürsüz(!), cahil, az gelişmiş diye aşağıladığı insanlar, şimdi onların teknolojisini, bilgisayarını, dilini,  kültürünü, Ba-ta-clan’ını çok iyi öğrenmişler. Madam Paris’i mösyö fransadan ayıran özellikleri, güzellikleri de çok iyi biliyorlar, bunları yaşamak istiyorlar; ama “mös-terler” buna izin vermediği için, başta mös-terler olmak üzere o güzelliklere de, senin ve Ankara’nın çocuklarına da düşmanlar.

mös-terlerin, kendi ellerinin kirini yıkamak için, özgürlük, demokrasi, insan hakları adına aklayıp pakladığı “türban”lı bir kadın, şimdi senin çocuklarına “AVM’ye gitmeye bile korkacaksınız” diyor. Sakallısı, türbanlısı Paris katliamını sevinç çığlıklarıyla kutluyor adeta. Bugünün bay türkiyesi Tayyip Efendiyi, Türklerin % 50’sine “demokrasi” diye dayattılar. Türkiye’nin yüzde 50’si Tayyip’i yüzde 15 yapamadıysa, onların bu büyük desteği yüzünden yapamadı.

Vietnam’da, Cezayir’de de masumlar ölüyordu, Paris’te de masumlar ölüyor. mös-terler, Vietnam’a, Cezayir’e, Libya’ya, Suriye’ye demokrasi, özgürlük, medeniyet vs. götürmedi. Şimdi onlar da mös-terlerden gelecek medeniyet, özürlük, insan hakları, demokrasi vs.den nefret ediyor. Tek istedikleri mös-terler tarafından aşağılanmamak... Hiç değilse öldürülürken aşağılanmamak.

ışid, beğenmediği Müslüman’ın bile kafasını kesiyor. Saddam’ın adamları ise, İslam devletiyle, namazla, oruçla, hele kafa kesmeyle, hele hele senin çocuklarını senin kucağında öldürmekle hiç alakaları olmayan laik adamlar. Saddam, Kaddafi, Esad, Mübarek; Bay Türkiye gibi sürekli camiden çıkarken, iftar yemeğinde hiç fotoğraflanmamış. Peki, ışid’in arkasında ne işi var Saddam’ın Baasçı subaylarının?

Saddam ve diğerleri size göre diktatördü ama hiçbirisi halkına “namaz kılacaksınız ” diye zorbalık yapmıyordu.  Halkını döve döve 5 vakit camiye götüren Suudi Kralına ses çıkarmayan mös-terlerin, hele laikliğin ana yurdu Fransa’nın mösyösünün laiklikle ne alıp veremediği var? Laiklik Fransa’dan, Batıdan başkasına layık değil mi? Batı’nın tamamı, Medeniyetler Çatışması’nın geri zekalı Samuel Huntington’u mu?!

Biliyor musun Madam; eğer o iğrenç kafa kesiciler, asırlardır dünyaya efendilik taslayan Avrupa’nın kalbi Paris’te 6 koldan saldırı düzenleyebilecek kadar örgütlü ve Ba-ta-clan’ın öyküsünü bilecek kadar entelektüelse mös-terlerin işi çok zor. Ama çare zor değil.

Önce kendilerini hala 1800’lerde sanıp emperyalistçilik oynamaktan artık vazgeçmeleri lazım… Irak’ın petrolüne ihtiyaçları varsa, parasını verip alırlar. Pahalı buldularsa pazarlık ederler. Öldürerek bedava petrol almak, mafyalıktır, gangsterliktir, eşkıyalıktır!  

mösyö fransa dahil dönemin bütün emperyalistlerini mağlup ederek kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü islamcı beyi de onlara özenip, biraz da onların kışkırtmasıyla emperyalist-çilik oynamaya kalkınca bizim Ankara Hanım da patlatıldı Madam!..

Türkiye’deki IŞİD kafalıları “demokrasi”, “askeri vesayet yıkılıyor” diye bu ülkeye mös-terler dayatmışlardı; önce “hadi koçum” diye Suriye’ye karşı ajite ettiler; bay ‘müslüman kardeş’ beceremedi. mösterler de fikir değiştirince şimdi “ışid’i Türkiye destekledi” diyorlar. Destekleyen, “Türkiye” değil!. Bu ülkenin “% 50”si 13 yıldır bağırdı durdu; “bunlar demokrat değil, gerici faşistler” diye. mösyöler misterler, senyörler, senorlar, herrler hiç umursamadı. 

mös-terler, onların gazetecileri, karikatücüleri, “ona dokunmak ibadettir, tanrısal nitelikleri vardır” diyen hayranlarıyla birlikte alabildiğine şımarttıkları, Bay Tayyip’e, bizim muhalif % 50’yle birlikte ancak on yıl sonra diktatör, despot diyebildi. Washington Times ona çok yıllar önce “islamo-faşist” demişti gerçi ama, diktatör, islamo-faşist nitelemesi “Allah”, “peygamber” nitelemelerinin yanında çok hafif kalmıyor mu?

Sevgili Madam, senin, çok masum oldukları kesin o 132 çocuğun, mös-terlerin bu kendini beğenmişliğinin, şımarıklığının, aşağılamalarının, kışkırtmalarının, entrikalarının, kalleşliklerinin kurbanı. Maalesef…

mös-terlere sorsan, bütün bu yüz karalarını “ülkemizin çıkarları, halkımız için…” diye açıklarlar. Hadi Vietnam’da, Afrika’da, Maraş’ta, Antep’te öldürdüklerini adam yerine koymuyorlar; ya Charlie Hebdo’da öldürülen 12 gazeteci, son olarak ölen 132 kişi?.. Onlar ülke, onlar halk değil miydi?

Her ülkede olduğu gibi Suriye’de de yönetime karşı birtakım hoşnutsuzluklar, tepkiler, protestolar olabilir. Yönetim de biraz veya çok sert karşılık vermiş olabilir. mister amerika “occupy Wall Street” gösterilerinde, mösyö fransa 29 Kasım 2015 Pazar günü, Dünya İklim Zirvesi protestolarında çok mu yumuşaktı?
Hayır!

Peki Amerika’da ya da Fransa’da niye bir anda iç savaş çıkmıyor? mös-terler Suriye’yi 2011’de niye bir anda hoplattı? Suriye’deki sözde muhaliflere az mı silah, para akıttılar? IŞİD militanlarının ne kadarı Fransa (İngiltere, İtalya, Almanya vb…) vatandaşı? Seni kana bulayanların ne kadarı yabancı uyrukluydu?

mös-terler, Türkleri zaten sevmez. Ama sanıyor musun Madam, mesela Kürtleri, Arapları, Ermenileri çok severler? Hayır! Onlar hiçbir şeyi, hiç kimseyi, senin kucağında öldürülen 132 Parisli çocuğu, hatta seni bile benim kadar dahi sevmez!..  Sevemez! Emperyalizmin “fıtratında”, genlerinde sevmek yoktur.

“Küreselleşme”yi, “Batı’nın refahı, huzuru size de gelecek” diye dayattılar dünyanın geri kalanına. Güzelikler, refah, huzur değil ama; mös-terlerin bizzat yol açtığı yoksulluk, adaletsizlik, eşitsizlik, sömürü, ölüm, kan; Fransa, İngiltere, Almanya, ABD, Belçika, Norveç, İsveç, İsviçre vb. pasaportlu ışid olarak küreselleşti.

Ülkelerini terk eden ve hemen hepsi Müslüman olan insanlar, kişi başı milli geliri 20 bin - 70 bin dolar olan Müslüman Suudi Arabistan’a, Katar’a, Kuveyt’e gitmedi. Küreselleşmenin vaad ettiği ama oralara uğramayan refah, huzur, mutluluk, sanat, kültür, demokrasi, eşitlik, insan hakları neredeyse oraya, Avrupa’ya yöneldiler. Hiç değilse kafaları kesilmez, seks kölesi olmazlardı.

Faşist İslamcılığın, İslam’ın inanç ve ibadet olmaktan çıkıp siyaset ve ideoloji olmasının da elbette çok büyük etkisi var bu katliamda. Bunu en iyi Müslümanlar bilir. Ancak, Mısır’da daha 1928’de, bu kanlı faşist İslamcılığın ana rahmi müslüman kardeşleri kuran, mösyö fransanın bugünkü ortağı mister britanya idi. Kan içicilikte, sanat, kültür, tarih ve en önemlisi kadın düşmanlığında ışid’den farkı olmayan taliban’ı Afganistan’da doğuran, Usame Bin Ladin’le şirket ortağı olan, mösyö fransanın emperyalist büyük ortağı mister amerika idi.

Bu katiller sürüsü, İslam’ı cinayetlerine, hatta cami, türbe bombalamalarına, kadın tecavüzlerine alet edip bolca Müslüman öldürürken mös-terler havaya bakıp ıslık çalıyordu.

mös-terlerin, İslam’ı Sovyetleri yıkma aleti olarak kullanmalarını silahla, parayla teşvik ettikleri, Sovyetler yıkılıp işsiz kalınca, birden bire Hıristiyan Batı’nın ne kadar kötü bir günahkar olduğunu fark ediveren katiller sürüsü, İslam’ı basit bir cinayet aleti haline getirince Mrs. New York’un (11 Eylül) çocuklarına, senin çocuklarına da oldu olanlar Madam Paris!..

Tetikçileri, gözcüleri boş ver; ASIL KATİLİ KİM MADAM!..

Ha sahi… Dünyanın en büyük silah üreticilerinden ve satıcılarından biri de mösyö fransa idi değil mi?  

mös-terler eşitliğin, adaletin, aydınlanmanın, sanatın, kültürün, laikliğin bütün insanlığın hakkı olduğunu... Şamlıların, Bağdatlıların, Kabillilerin, Ankaralıların, Kahirelilerin, Cezayirlilerin, MALİLİLER’in de en az Avrupalılar, Amerikalılar kadar akıllı olduğunu… Huzur içinde, aç kalmadan, iyi eğitim görerek, iyi tedavi edilerek, yeterince eğlenerek YAŞAMAYI hak ettiğini... Tekerleği, yazıyı, barutu, ateşli silahı onların keşfettiğini; tarihte ilk kez tarım yapan, hayvanları ehlileştiren, su mühendisliğini, mimariyi, cebiri, matematiği, astronomiyi geliştirenlerin; İbni Haldunlar, İbni Sinalar, Mevlanalar, Yunus Emreler ve daha nicelerinin yetiştirenlerin onlar olduğunu kabul etse…

Türklerle Kürtler, Ermenilerle Türkler ve Azeriler, Libyalılar, Iraklılar, Suriyeliler, Mısırlılar, Afganlar, Sünnilerle Aleviler, Hıristiyanlarla Müslümanlar, Müslümanlarla Yahudiler birbirleriyle çok kolay anlaşabildiklerini hayretle fark edecekler.

Batı’nın, sanki dünyayı kendisi yaratmışçasına Doğu’yu alabildiğine aşağılayan Allah’lık taslaması neden Madam?.

Bu mös-terlerin kayıtsız koşulsuz paylaşmayı, hiçbirimize, hiç yalan söylememeyi; senin çocukların aza kanaat etmeyi, o şirketlerin de biraz sakin, tok gönüllü, tok gözlü olmayı öğrenmesi lazım. Yoksa senin çocuklar dahil insanlar ölüp duracak Madam!.. İnsanlar ölmesin artık. Durdur Batı’nın Saddamlarını. Onlar adam olursa, Doğu’nun bütün Türk, Arap, Kürt vb. ışid kafalıları, ağaları, beyleri de olacak. Çünkü hepsi halklarına rağmen Batı mös-terlerin kurşun askeri... Saddam’ı, Kaddafi’yi öldürmeye, Mübarek’i kafese koymaya, Esad’ı devirmeye gerek yok. mös-terler saddamların diktatör olduğunu, 2011’de mi fark etmiş? İsteselerdi onları çok daha başka yöntemlerle yola getiremezler miydi?

Döve döve, öldüre öldüre “bahar” olmaz Madam; hele demokrasi hiç olmaz!

“Önce söz vardı.” Demokrasi söz demekti. Ama artık söz bitti. Söz bitmemeliydi! İnsan sesi, insan sözü biterse silahlar konuşuyor, hep birlikte görüyor, yaşıyoruz. Baş sorumlular da mösyöler, misterler ve diğerleri…

Hani sizin HÜMANİZM diye bir “şeyiniz” vardı?!..

Öyleyse kapitalizm değil hümanizm, aydınlanma… Küreselleşme değil paylaşma… Din değil felsefe, bilim, akıl… Sadece Avrupa’ya, Amerika’ya değil bütün dünyaya hümanizm, aydınlanma, akıl, bilim, kültür, felsefe hakim olsun. Kapitalizm, küreselleşme, emperyalizm, din, faşizm, ölüm, hapis, işkence değil…

S’il vous plait!...

Tekrar başın sağ olsun, geçmiş olsun. Bir daha olmasın!.. Sevgiler, Madam Paris…

(Ankara, 30 Kasım 2015)

Ali Tartanoğlu
Gazeteci, yazar, şair- Uğur Mumcu Gazetecilik Vakfı Öğr. Üyesi
Gerçekedebiyat.com




http://gercekedebiyat.com/haber-detay/-madam-paris-basin-sagolsun-ali-tartanoglu/2026