9 Ocak 2021 Cumartesi

 

TÜRKİYE’DE SURİYE’Lİ TEKSTİL İŞÇİLERİ: MODERN KÖLELİK

 

Şafak TARTANOĞLU


Tekstil endüstrisinde Rana Plaza’nın çökmesi gibi trajik insan felaketleri, doymak bilmez ucuz ve hızlı moda talebimizin insani ve çevresel maliyetini tartışmaya açtı. Mağazada ödediğimiz düşük ve düşmeye devam eden fiyatlar, tekstil sektörünün işçileri alabildiğine sömüren, adaletsiz ücret ödeyen bir sektör olduğu biçiminde değerlendirildi. Dünya çapında “marka” olmuş büyük ve ünlü firmalar, tedarik zincirlerindeki çalışma koşulları konusunda şeffaf olmaya yanaşmıyor; tekstil endüstrisinde emek maliyetleri de gizliliğini koruyor.

Bu şartlarda Türkiye gibi tedarikçi ülkelerdeki durum çok daha önemli ve tartışılabilir bir hale geliyor. İşgücü ucuz ve bolca el altında… Çünkü özellikle göçmen işçiler, en ucuz işgücü oldukları için, kayıt dışı olmak koşuluyla işgücü piyasasına, neredeyse hiç engelle karşılaşmadan kolayca girebiliyor. Türkiye’de tekstil tedarik zincirlerinin yapısı ve bunun Suriye’li işçilerin sömürüsündeki payı, bu işlevsiz(?) sektörün göstergesi.

Kayıt dışı göçmen işçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi için çalışan kuruluşların, hükümet dışı örgütlerin, çok ortaklı girişimlerin son raporları, sahnedeki sorunlara ışık tutuyor. Örneğin Türkiye’deki Temiz Kumaş Kampanyası’nın bir raporu, Türkiye tekstil sektöründeki göçmen işçilere yönelik olumsuz-kötü davranışların ayrıntılarını sergiledi. Bir yandan göçmen işçilerin deneyimlerine ve belirsiz, güvensiz, istikrarsız çalışma koşullarına dikkat çekti, öte yandan da kendi güçlerini ve mücadelelerini tespit etti.

Türkiye, dünyada sekizinci büyük tekstil ürünleri ihracatçısı; Çin ve Bengaldeş’ten sonra Avrupa’ya üçüncü büyük ihracatçı. Başka birçok tedarikçi ülke gibi Türkiye de ucuz ve esnek işgücünden besleniyor. Ancak Türk tekstil sektörünün asıl avantajı, Avrupa’ya yakınlıktan kaynaklanan daha kısa üretim döngüleri ve elverişli gümrük düzenlemeleri… İstikrarsız ve sömürgeci çalışma koşullarıyla birleşen bu avantaj ve esneklik “Türkiye’nin kaliteli kıyafeti ucuza elde edebilmesine” dayanıyor.

Türk tekstil sektörü, küçük ve orta ölçekli işletmelerden oluşuyor. İhraç edilen ürünlerin gönderildiği, tekstil imalatçısı olarak görünen taşeronların % 78’inin üretim tesisi yok. Sektörün yapısı, taşeronlarla bağlantılar, kayıt dışı istihdam modeli, işgücünün kompozisyonu; Suriye’li mültecilerin tekstil endüstrisine katılmasını, sektör olarak sürekli ucuz işçi arayışındaki taşeron firmalar için tercih edilen ve hatta kaçınılmaz bir seçenek haline getiriyor.

Türkiye’de 3,6 milyon kayıtlı Suriye’li mülteci var. Ülkelerindeki iç savaştan kaçan bu insanların birçoğu, kayıtlı veya kayıt dışı, ekmeğini tekstil sektöründe kazanıyor. Bu insanların iş gücüne katılmalarının ülkede ciddi sorunlar yarattığını söylemek kolay. Resmi istatistiklere göre Mart 2019 itibariyle 31 bin Suriye’liye çalışma izni verilmiş. Tekstil sektöründe resmen çalışma iznine sahip 3 bin işçi var. Ama yaklaşık 250 bin 400 Suriye’li işçinin kayıtsız yani gayrı resmi çalıştırıldığı tahmin ediliyor.

 

“Geçici Koruma Rejimine” göre, bu işçilerin çalışma izni alabilmesi için çalıştıkları şehirde kayıtlı olmaları gerekiyor. Oysa büyük kısmı farklı şehirlerde kayıtlı. Bu da çalışma izni alma konusunda prosedür engelleriyle karşılaşıyor ve tabi gecikmelere yol açıyor. 

Sömürüye yol açan başka engel ve kısıtlamalar da söz konusu: İçinin çalışma izni almak için yapması gereken uzun ve sinir bozucu bir süreç var; başka bir şehirde iş bulduğunda kaydını o şehre aktaramaması; kamu istihdam kurumu olan İŞKUR’un işçi ve işveren arasında bir arabulucu gibi hareket etme kapasitesinin yetersizliği gibi...  Bu durumda gayrı resmi aracılar belirleyici hale geliyor; Suriye’li işçilerin yüzde 41’i halen çalıştıkları işi gayrı resmi aracı şebekesiyle bulduğunu söylüyor.

Avrupa markaları için giysi üretenler de dahil istikrarsız istihdam koşulları, yasal sınır 45 saat olmasına karşın haftada 60 saati aşan uzun çalışma süreleri, düşük ücretler ve çocuk işçilik tekstil taşeronları için de geçerli. CCC’nin saha araştırmasına dayalı son Türkiye raporu durumu, İstanbul’da % 85’i kayıt dışı çalışan ve çalışma izni olmayan Suriye’li işçilerin çalıştığı tekstil sektöründen hareketle sergilemiş. İşçiler “sabaha kadar çalıştıklarını, hatta özellikle büyük siparişler sırasında ve teslim süresi çok yaklaşmışsa işyerinde uyuduklarını” söylüyor. Bu şartlar gittikçe daha çok dikkat çekiyor ve Suriye’li işçilerin çeşitli ihtiyaçlarının karşılanması için sömürü ve ayrımcılığa karşı acil olarak harekete geçilmesini gerektiriyor.

 

“Marka”lar ne yapmalı?

 Suriyeli’lerin çalışma şartları tam bir sömürü. Bu ise dünyaca ünlü marka sahibi firmaların “sorumlu iş yönetimi” taahhütleriyle tam bir çelişki oluşturuyor. Oysa bu büyük markaların sahibi olan firmalar, tedarikçi fabrikaların şartlarının iyileştirilmesinde yapıcı bir rol oynayabilir, oynamalıdır.

Tedarik zincirlerinde emek istismarını önlemenin yollarından biri, Türk hükümetiyle Suriye’li işçilerin çalışma izinlerinin kolaylaştırılması için yapıcı bir diyalog içinde işbirliği yapmaktır. Ancak büyük marka sahibi bu firmalar genellikle tedarik zincirini kıramıyor ve üçüncü kademe tekstil fabrikalarındaki kötü çalışma koşullarını göremiyorlar. BHRRC Raporuna göre, tekstil markalarının çoğu, Suriye’li işçilerin istihdamı konusunda kendilerinin ne yapabileceğine dair sadece kendi ana tedarikçileriyle iletişim kuruyor. Bazıları kendilerini sadece, Türkiye’deki Suriye’li işçilere karşı Birleşik Krallık Modern Kölelik Kanununun Tedarik Zincirlerinde Şeffaflık Maddesinin raporlama gerekleriyle bağlı sayıyor.

Dürüst Davranış ve Gelecek Bizim Elimizde hareketi, beş Norveç markasının kendi tedarik zincirlerinde Suriyeli mültecilerin sömürülmesi riskiyle nasıl başa çıktığını, daha şeffaf olmak için nasıl tavır aldıklarını araştırmış. Bu araştırmaya göre: “uluslararası markalara ihracat (markalar için üretim) yapan işletmeler sık sık Amerikan ve Avrupalı tüketiciler tarafından emek denetimine tabi tutulurken, bu birinci basamak tedarikçiler arasında daha büyük siparişler geldiğinde bunu daha küçük işletmelere taşere etme yaygındır.” Bu birinci basamak fabrikalar üretimin bir kısmını taşere edince, düşük maliyetli birimlerde çalışma koşullarını veya emek istismarını izlemek zorlaşıyor. Bazı durumlarda, ana tedarikçiler alıcı marka firmayı, bildirilmemiş taşeronluk denilen taşeronluk konusunda bilgilendirmiyor. Türkiye’den kaynaklanan markalar açısından bildirilmemiş taşeronluk, savunmasız işçilerin tespiti noktasında kalıcı bir sorun.

Türkiye’de Suriyeli işçilerin yaşama ve çalışma koşullarının kamusal ve özel istihdam politikalarıyla birlikte iyileştirilmesi için kalıcı önlemler alınması gerekiyor. Bu rapor ve araştırmalar da, küresel tekstil markalarının olumlu bir değişim yaratma konusunda sorumluluğa ve bunun için gerekli ve yeterli güce sahip olduğunu açıkça belirtiyor. Bunlardan bazıları, kendi tedarik zincirlerinde Suriye’li işçilerin kayıtsız istihdamlarını ortadan kaldırmak üzere politikaları, uygulamaları, stratejileri açısından ilerleme kaydetmesine rağmen, tekstil sektöründe hızlı üretim süresi, maliyet azaltma baskısı, emek istismarı hala yoğun. Özellikle tekstil tedarik zincirinin alt basamaklarının, kayıt dışı Suriye emeği, tedarikçilerin esneklik ve fiyat konusunda alıcı ve tüketiciyle buluşmasına yardımcı oluyor.

Ünlü ve büyük (“marka”) firmalar, kendi tedarik zincirlerinde işçi hakları ihlallerini durdurmak ve Suriyeli işçilerin durumunu iyileştirmek üzere, alt kademe giysi fabrikalarının gözetim ve denetiminden başlayarak sorumluluk üstlenmelidir. Alt basamak tedarikçilerinde kayıt dışı Suriye’li işçilerin modern kölelik koşullarında çalışmalarını görmezden gelmeleri kabul edilemez. Şeffaflığı ve medeni işçi haklarını tartışmanın artık tam zamanıdır. Hem de sözden ziyade eylemli olarak.!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder