TÜRKİYE’DE
SURİYE’Lİ TEKSTİL İŞÇİLERİ: MODERN KÖLELİK
Tekstil endüstrisinde Rana Plaza’nın çökmesi
gibi trajik insan felaketleri, doymak bilmez ucuz ve hızlı moda talebimizin
insani ve çevresel maliyetini tartışmaya açtı. Mağazada ödediğimiz düşük ve
düşmeye devam eden fiyatlar, tekstil sektörünün işçileri alabildiğine sömüren, adaletsiz
ücret ödeyen bir sektör olduğu biçiminde değerlendirildi. Dünya çapında “marka”
olmuş büyük ve ünlü firmalar, tedarik zincirlerindeki çalışma koşulları konusunda
şeffaf olmaya yanaşmıyor; tekstil endüstrisinde emek maliyetleri de gizliliğini
koruyor.
Bu şartlarda Türkiye gibi tedarikçi
ülkelerdeki durum çok daha önemli ve tartışılabilir bir hale geliyor. İşgücü
ucuz ve bolca el altında… Çünkü özellikle göçmen işçiler, en ucuz işgücü
oldukları için, kayıt dışı olmak koşuluyla işgücü piyasasına, neredeyse hiç
engelle karşılaşmadan kolayca girebiliyor. Türkiye’de tekstil tedarik
zincirlerinin yapısı ve bunun Suriye’li işçilerin sömürüsündeki payı, bu
işlevsiz(?) sektörün göstergesi.
Kayıt dışı göçmen işçilerin çalışma
koşullarının iyileştirilmesi için çalışan kuruluşların, hükümet dışı örgütlerin,
çok ortaklı girişimlerin son raporları, sahnedeki sorunlara ışık tutuyor. Örneğin
Türkiye’deki Temiz Kumaş Kampanyası’nın bir raporu, Türkiye tekstil
sektöründeki göçmen işçilere yönelik olumsuz-kötü davranışların ayrıntılarını
sergiledi. Bir yandan göçmen işçilerin deneyimlerine ve belirsiz, güvensiz,
istikrarsız çalışma koşullarına dikkat çekti, öte yandan da kendi güçlerini ve
mücadelelerini tespit etti.
Türkiye, dünyada sekizinci büyük tekstil
ürünleri ihracatçısı; Çin ve Bengaldeş’ten sonra Avrupa’ya üçüncü büyük
ihracatçı. Başka birçok tedarikçi ülke gibi Türkiye de ucuz ve esnek işgücünden
besleniyor. Ancak Türk tekstil sektörünün asıl avantajı, Avrupa’ya yakınlıktan
kaynaklanan daha kısa üretim döngüleri ve elverişli gümrük düzenlemeleri…
İstikrarsız ve sömürgeci çalışma koşullarıyla birleşen bu avantaj ve esneklik
“Türkiye’nin kaliteli kıyafeti ucuza elde edebilmesine” dayanıyor.
Türk tekstil sektörü, küçük ve orta
ölçekli işletmelerden oluşuyor. İhraç edilen ürünlerin gönderildiği, tekstil
imalatçısı olarak görünen taşeronların % 78’inin üretim tesisi yok.
Sektörün yapısı, taşeronlarla bağlantılar, kayıt dışı istihdam modeli,
işgücünün kompozisyonu; Suriye’li mültecilerin tekstil endüstrisine
katılmasını, sektör olarak sürekli ucuz işçi arayışındaki taşeron firmalar için
tercih edilen ve hatta kaçınılmaz bir seçenek haline getiriyor.
Türkiye’de 3,6 milyon
kayıtlı Suriye’li mülteci var. Ülkelerindeki iç savaştan kaçan bu insanların
birçoğu, kayıtlı veya kayıt dışı, ekmeğini tekstil sektöründe kazanıyor. Bu
insanların iş gücüne katılmalarının ülkede ciddi sorunlar yarattığını söylemek
kolay. Resmi istatistiklere göre Mart 2019 itibariyle 31 bin Suriye’liye
çalışma izni verilmiş. Tekstil sektöründe resmen çalışma iznine sahip 3 bin işçi
var. Ama yaklaşık 250 bin 400 Suriye’li işçinin kayıtsız yani gayrı resmi
çalıştırıldığı tahmin ediliyor.
“Geçici Koruma Rejimine”
göre, bu işçilerin çalışma izni alabilmesi için çalıştıkları şehirde kayıtlı
olmaları gerekiyor. Oysa büyük kısmı farklı şehirlerde kayıtlı. Bu da çalışma
izni alma konusunda prosedür engelleriyle karşılaşıyor ve tabi gecikmelere yol
açıyor.
Sömürüye yol açan başka
engel ve kısıtlamalar da söz konusu: İçinin çalışma izni almak için yapması
gereken uzun ve sinir bozucu bir süreç var; başka bir şehirde iş bulduğunda
kaydını o şehre aktaramaması; kamu istihdam kurumu olan İŞKUR’un işçi ve
işveren arasında bir arabulucu gibi hareket etme kapasitesinin yetersizliği
gibi... Bu durumda gayrı resmi aracılar
belirleyici hale geliyor; Suriye’li işçilerin yüzde 41’i halen çalıştıkları işi
gayrı resmi aracı şebekesiyle bulduğunu söylüyor.
Avrupa markaları için
giysi üretenler de dahil istikrarsız istihdam koşulları, yasal sınır 45 saat
olmasına karşın haftada 60 saati aşan uzun çalışma süreleri, düşük ücretler ve
çocuk işçilik tekstil taşeronları için de geçerli. CCC’nin saha araştırmasına
dayalı son Türkiye raporu durumu, İstanbul’da % 85’i kayıt dışı çalışan ve
çalışma izni olmayan Suriye’li işçilerin çalıştığı tekstil sektöründen
hareketle sergilemiş. İşçiler “sabaha kadar çalıştıklarını, hatta özellikle
büyük siparişler sırasında ve teslim süresi çok yaklaşmışsa işyerinde
uyuduklarını” söylüyor. Bu şartlar gittikçe daha çok dikkat çekiyor ve
Suriye’li işçilerin çeşitli ihtiyaçlarının karşılanması için sömürü ve
ayrımcılığa karşı acil olarak harekete geçilmesini gerektiriyor.
“Marka”lar ne yapmalı?
Suriyeli’lerin çalışma şartları tam bir
sömürü. Bu ise dünyaca ünlü marka sahibi firmaların “sorumlu iş yönetimi”
taahhütleriyle tam bir çelişki oluşturuyor. Oysa bu büyük markaların sahibi
olan firmalar, tedarikçi fabrikaların şartlarının iyileştirilmesinde yapıcı bir
rol oynayabilir, oynamalıdır.
Tedarik zincirlerinde
emek istismarını önlemenin yollarından biri, Türk hükümetiyle Suriye’li
işçilerin çalışma izinlerinin kolaylaştırılması için yapıcı bir diyalog içinde
işbirliği yapmaktır. Ancak büyük marka sahibi bu firmalar genellikle tedarik
zincirini kıramıyor ve üçüncü kademe tekstil fabrikalarındaki kötü çalışma
koşullarını göremiyorlar. BHRRC Raporuna göre, tekstil markalarının çoğu,
Suriye’li işçilerin istihdamı konusunda kendilerinin ne yapabileceğine dair
sadece kendi ana tedarikçileriyle iletişim kuruyor. Bazıları kendilerini sadece,
Türkiye’deki Suriye’li işçilere karşı Birleşik Krallık Modern Kölelik Kanununun
Tedarik Zincirlerinde Şeffaflık Maddesinin raporlama gerekleriyle bağlı
sayıyor.
Dürüst Davranış ve
Gelecek Bizim Elimizde hareketi, beş Norveç markasının kendi tedarik
zincirlerinde Suriyeli mültecilerin sömürülmesi riskiyle nasıl başa çıktığını,
daha şeffaf olmak için nasıl tavır aldıklarını araştırmış. Bu araştırmaya göre:
“uluslararası markalara ihracat (markalar için üretim) yapan işletmeler sık sık
Amerikan ve Avrupalı tüketiciler tarafından emek denetimine tabi tutulurken, bu
birinci basamak tedarikçiler arasında daha büyük siparişler geldiğinde bunu daha
küçük işletmelere taşere etme yaygındır.” Bu birinci basamak fabrikalar
üretimin bir kısmını taşere edince, düşük maliyetli birimlerde çalışma
koşullarını veya emek istismarını izlemek zorlaşıyor. Bazı durumlarda, ana
tedarikçiler alıcı marka firmayı, bildirilmemiş taşeronluk denilen
taşeronluk konusunda bilgilendirmiyor. Türkiye’den kaynaklanan markalar
açısından bildirilmemiş taşeronluk, savunmasız işçilerin tespiti noktasında
kalıcı bir sorun.
Türkiye’de Suriyeli
işçilerin yaşama ve çalışma koşullarının kamusal ve özel istihdam
politikalarıyla birlikte iyileştirilmesi için kalıcı önlemler alınması
gerekiyor. Bu rapor ve araştırmalar da, küresel tekstil markalarının olumlu bir
değişim yaratma konusunda sorumluluğa ve bunun için gerekli ve yeterli güce sahip
olduğunu açıkça belirtiyor. Bunlardan bazıları, kendi tedarik zincirlerinde
Suriye’li işçilerin kayıtsız istihdamlarını ortadan kaldırmak üzere
politikaları, uygulamaları, stratejileri açısından ilerleme kaydetmesine
rağmen, tekstil sektöründe hızlı üretim süresi, maliyet azaltma baskısı, emek
istismarı hala yoğun. Özellikle tekstil tedarik zincirinin alt basamaklarının,
kayıt dışı Suriye emeği, tedarikçilerin esneklik ve fiyat konusunda alıcı ve
tüketiciyle buluşmasına yardımcı oluyor.
Ünlü ve büyük (“marka”)
firmalar, kendi tedarik zincirlerinde işçi hakları ihlallerini durdurmak ve
Suriyeli işçilerin durumunu iyileştirmek üzere, alt kademe giysi fabrikalarının
gözetim ve denetiminden başlayarak sorumluluk üstlenmelidir. Alt basamak tedarikçilerinde
kayıt dışı Suriye’li işçilerin modern kölelik koşullarında çalışmalarını
görmezden gelmeleri kabul edilemez. Şeffaflığı ve medeni işçi haklarını tartışmanın
artık tam zamanıdır. Hem de sözden ziyade eylemli olarak.!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder